20 Ekim 2012 Cumartesi

Mesele yalnız kalmak değil...

Biri vardı, ebleğe kaçan saflığını çok severdim. Duraksamalarını, pişman oluşlarını, içi içini yiyişlerini, düşünürken kaşlarının yüzüne bir garip düşüşünü. Onu yastığıma sarmak, rüyalarıma kopyalamak isterdim. Güzeldi de, enteresan şeyler oldu, ocakta yemek bırakmış gibi apar topar kalkıp gittik birbirimizden. Nitelikli sevinçler arıyorduk belki, avam mutluluklar değil de. Zor oldu. İçimden parça
lar kopmuş gibi hissettim uzun bir süre. Sonra basamaklar sildim zorlukların merdivenlerinden. Kafamdaki soru işaretlerini banyodaki dolabın üzerinde sessiz ve kararlı duran yumuşatıcıyla besledim. Avuçlarımın sıcaklığını başka bir elde aramaktan vazgeçtim. O günden beri: hayattaki ince çizgilerin varlığına, çöp kutusundan fırlayan kedilere, karmaşık yemeklere ve Fenerbahçe'ye duyduğum nefretleri toplayıp içimde sevgiye çevirip sunabildiğim, yani demek istediğim; -o kadar- yoğun sevdiğim kimse olamıyor. "Hep" aynı, "hiç" değişmiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder