Korkular insanları Matrix’e bağlayan, ense kökünden giren jug’a
benziyor. Çok az kişi bu rüyadan ayılmanın yollarını arıyor, büyük
çoğunluk durumun farkında bile değil, hiçbir şey vaadetmeyen bu çizgiyi,
değiştirilemez kaderleri sanıyorlar. Bitmeyen iş günleri, alınan
eşyalar, borçlar, faizler, faturalar, vergiler, evler, arabalar ve
neredeyse yaşanmamış bir hayat. Peki bu insanları bu kısırdöngüde tutan
ne? Bu, tüm çapraşık hikayeye rağmen tek bir cümleye kadar
indirgenebilecek bir soru: İnsanlar hayatlarının önemli olduğuna
inanıyorlar. Bu yüzden değişimle gelecek riskleri almaktan korkuyorlar.
Neredeyse herkesin rutinle, mesaiyle ilgili farklı şiddette
huzursuzlukları var; ancak çok azımız çizgisini kırmayı düşünüyor. Çünkü
en sevilmez halindeyken bile, hayat riske atılmayacak kadar değerlidir.
Tesadüfen bir araya gelmiş iki tane üreme hücresinin bölüne bölüne
oluşturduğu hiçten gelen altı milyar organizmadan biri, sürdürmekte
olduğu hayatı önemsiyor. Neden? Çünkü “önemsemek” fiilini kullanabilen
bir benliği bile var. Kendisini “birisi” sanıyor. Bir ismi var, toplumda
onu tanıyan insanlar var, hayatın içinde bir rolü var, hepsinden
önemlisi, kendine dair bir algısı var, “ben” diyor. Ve aslında onu,
kendisi gibi algılayan başka bir insan yok. Algısında öyle yalnız ki,
bir fark etse küçük bir aydınlanma krizi yaşayabilir. Ama fark etmiyor,
çünkü jug enseye takılı, daha evler, arabalar alacak, tatillere çıkacak,
bir eş bulup yeni organizmaların, yeni kölelerin oluşmasına aracılık
edecek. Hepimizin hayatı öyle önemli ki, kimsenin berduşluk etmeye,
serserilikle, aylaklıkla bu yüz milyon kere çekilmiş amerikan filmini
riske etmeye niyeti yok.
Senin “hayatım” dediğin şey daha önce çok kez yaşandı ve şu anda
milyonlarca insanın yaşadığının aynısı. Huzursuzluğunu, bu işte bir
terslik olduğunu, bir zombiye, bir robota benzediğini fark etmiyor
musun? Biliyorum, seni işe götüren o otobüsten, metrodan inmek, içinde
olduğun boğucu ofisten çıkmak, elindeki konforu, kredi kartlarını,
kirasını ödemekte olduğun evini kaybetmek demek. Peki ne fark eder?
Belki her şey olabilecek en kötü şekilde gider ve daha çabuk yalnızlaşıp
ölürsün; ama bu en kötü senaryoda bile ölüm anına kadar “hayatım”
diyebileceğin bir süreci yaşamış olursun. Hiç yaşamadan ölmeyi göze
alabiliyorsan, kapitalist rüyaya devam; elektronik eşyaların, sıcak
evin, varsa araban, internetin, bin tane mercekli dijital fotoğraf
makinan, “sen” olduğunu sandığın kişiyle diyaloğa giren tanıdıkların,
beklenti dolu ailen, sizi kim bilir hangi filme yakıştıran sevgilin ve
daha binlerce uyuşturucun emrinde. Matrix güzel.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder